7 Mayıs 2013 Salı

"AŞKA DAİR" OKUMALAR...


Bir kitap kampanyası sonucunda aldığım fakat okumaya başladıktan sonra okuma sürecimin bi hayli uzun sürerek,adeta sindirerek okuduğum,sevdiğim yazarlardan olan İskender Pala'nın son kitabı...AŞKA DAİR!

Aşka dair,adından da anlayacağınız üzere aşk üzerine bir deneme kitabı tarzında.Aslında tam olarak deneme kitabı da denemez;çünkü içerisinde beyitler,maniler,hikayeler,nesirler her ne ararsınız var.Araştırmacı-yazar olarak nitelendireceğim İskender Pala-Divan Edebiyatı'nı sevdiren yazar- sizi ne tarihsel yönünden mahrum bırakıyor ne de kitapta geçen kaynaklar yönünden...

Kitapta geçen bölümlerden  aklımda kalan ve bahsetmek isteyeceklerim de var elbette...En başta aşkın merhaleleri ve aşamalarını anlattığı kısımda geçen bir metin vardı. O kısmı Istagram'da da paylaştım. Burada da aynı fotoğrafı paylaşayım:



Kitapta  bulacağınız hikayelerde Yusuf'un Züleyha'nın yüzünden zindana atılıp,her "Ah!" edişinde Züleyha'nın sesini duymak  için zindan eşiğinde beklemesi,Leyla'nın Mecnun'dan sevgisini göstermesi için çöllerde batan dikenleri vücudundan çıkarmasına yardım ettiği iğneyi vermesi...Sevgilisi  uğruna İstanbul2u terk edip kaçan adamın,aşkın ateşine dayanamayıp  çekeceğim azab varsın olsun ben ona hasretim diyerek herşeyi göze alıp sevgilisinin ayağına gelmesi...Sultan Sencer'in Hanende yardımcısı Mehisti'yi çengiyle  eğlenirken görmesi bunu belli edince de çenginin Sultan'dan büyük Allah'ı nasıl unuturum diyerek can vermesi...

Kitapta son bölümlerde aşkın artık  "bakma" mertebesine erişilmesinden bahsedilmiş. Ve Yunus Emre'nin şiirlerine yer verilmiş beni en etkileyen şiir mısraları şu dörtlüktü:

"Çıktım erik dalına
Onda yedim üzümü
Bostan ıssı kakıdı
Der ne yersin kozumu"

Velhasılı kelam 167 sayfalık gayette ince  bir kitap ve bir o kadar akıcı...Aşk'a dair okumaları daha iyi şekilde toparlayamazlardı. Tavsiye ederim...İyi okumalar...:)

8 Nisan 2013 Pazartesi

EN İNCİTİCİ DANS: WALTZ WITH BASHIR (BEŞİR'LE VALS)


Film 2008 ortak yapım ürünü:İsrail,A.B.D.,Fransa.Film posterinden de anlayacağınız biçimde animasyon lakin; yetişkinlere yönelik bir animasyon. Alanında pek rastlanmayan cinsten hakeza. Biyografik,belgesel niteliği olan bir animasyon ve gerçeklik  yüzdesi yüksek cinsten yaşananlardan kaynaklanarak ortaya çıkmış. Yönetmen Ari Folman'ın röportajlarında gördüğüm kadarıyla gerçek  hayatından lanse edilerek ortaya konan bir ürün. IMDB:7,9. Bununla birlikte gösterimi girdiği sene Altın Küre Ödülleri'nde En İyi Yabancı Film seçilmiş. Cannes Film Festivali'nde ve aynı sene ülkemizde Altın Portakal Film Festivali'nde gösterilmiştir. Gittiği birçok festivalden eli boş dönmeyen bir animasyon var karşımızda.

Filmin konusuna gelecek olursak eğer; Lübnan'da yaşanan 1982 yılında ki, Sabra ve Şatila katliamlarını konu edinmiştir. Okuduğum eleştirilere katılıyorum  ki;bir nevi İsrailli yönetmenimiz Ari Folman'ın özür   dileme amacıyla "vicdani sorumluluk" mahiyetinde ve Hollywood'u da güzelce arkasına destek alarak çektiği savaş konulu bir animasyon.

Filmin başlaması şöyle gerçekleşiyor.Ari Folman'ın arkadaşı olan Boaz son 2.5 yıldır kabuslarında aynı şeyleri görmektedir.Tam 26 köpek havlayarak kovalamaktadır ve uyanarak biter kabusu. 


Boaz bu durumu şöyle açıklıyordur,1982'de gerçekleşen Sabra,Şatila,Beyrut'ta gerçekleşen katliamda  komutanları ona insanları öldüremeyeceğini anladığı için köpekleri öldürmelerini emreder. Çünkü köpekler kasabaya gelen yabancıların kokusunu anlayıp  canhıraş biçimde havlamakta ve ellerinden kaçırmalarını sağlamaktadır. Boaz bu emrin üzerine tam 26 köpek öldürür.Bu köpekleri şu anda gördüğü kabuslarındaki köpekler olduğunu düşünüyordur. Durumu bir  akşam barda içerken Ari'ye anlatır ve sorar;katliamdan beri neleri hatırladığını ve onunda kabus görüp görmediğini merak eder.İşin tuhaf yanı şu ki; Ari adeta hafıza kaybı uğramışcasına olayları sindirerek bilinçaltında  örtbas etmiş ve hatırlamıyordur. Adeta belleğinden silmiştir.


Ari bu durum üzerine psikolog arkadaşı Ori'nin yanına gider ve katliama dair hiç bişey hatırlamadığını ve katılıp katılmadığından emin bile olmadığını söyler. Ori ise yakın arkadaşları ile temasa geçmesini gerçeği öğrendiği takdirde rahat olacağını söyler. Hafızanın canlı birşey olduğunu ve hafızanın  %80'inin  dolu olup boş olan kısmın eğer doldurulmazsa kara bir delik olarak olmayan şeyleri gerçekmişcesine kabul ettirdiği ve halüsinasyonlara açık  olduğunu anlatır. Ve arkadaşı Ari'yi aynı dönem savaşta  piyade er olarak görev yaptığı Hollanda'da yaşayan bir arkadaşına gitmesi için ikna eder.


Yönetmen Ari Folman,yavaş yavaş tüm arkadaşlarıyla görüşmeye başlar fakat işin trajikomik yanı, görüştüğü arkadaşları kendi hatırlamak isteyeceği şekilde hafızasının üstünü örtmüş ve belleğinde kendiliğinden bişeyler üretmiştir. 


Bir nevi 'toplumsal hafıza kaybı'na ve hissizlikle karşı karşıya kalır. Her görüştüğü arkadaşından sonra yavaş yavaş katliama dair bişeyler hafızasında can bulur. Kendisi bir adet Mercedes'i sırf şüphe duydukları ve emir aldıkları için silah arkadaşlarıyla nasıl taradıklarını anımsar. Daha sonra sabah olduğunda görürler ki;içinde sadece sivil bir aile vardır.


Katliamın çıkış sebebinin filmin 2. yarısında değinilmiş. Hristiyan falanjistlerin lideri olan prens Beşir Cemaley'in seçimlerin sonucunda kazandığı fakat tahta çıkmadan bir gün önce öldürüldüğü ilan edilir. Bunun üzerine Sabra ve Şatila'daki mülteci kampları  Falanjist milisler tarafından taranarak,türlü işkenceler yapılarak gerçek bir zulüm açığa çıkar.Kadınlar ve çocuklar ayrılarak erkekler yakılır,tüfeklerle taranırlar. Animasyon dahi olsa bunların gözler önüne konması yürek burkuyor.



Filmin beni asıl etkileyen kısmı ağırlıklı olarak 2. kısmıydı. Zira filmin ismini alan sahnede burada geçiyor. Prens Beşir'in resmi ve afişleri önünde bir erin adeta vals edercesine etrafa tüfekle ateş saçmasından alıyor. 
Filmin 2. yarısında  filme dahil olan gazetecinin anlatımı katliamı yakından görüp şahitlik etmesi göz doldurucu sahneleri beraberinde getirmiş.


Yapılan  katliamı finalde tamamen hatırlayan Ari Folman filme gerçek bir final koymuş Filistinli kadınların ağıt yakar halde ki gerçek video görüntüleri ve fotoğrafları var. Fakat tüm bu anlatılanlar ve anlatım biçimi bana yeterli seviyede bir samimiyet olduğuna inandıramadı. David Polonsky çizgileriyle bir şaheser yaratmış lakin,film boyunca adeta görünmez hayalet gibi muamele yapılıp arka planda tutulmuş Filistinliler. Bir başka zayıf tarafı filmin şu ki; Ari Folman doğru düzgün birşey hatırlamayan arkadaşlarına katliamı soruyor anlattırıyor da, bir tane mülteci ailesi bulamıyor ve soramıyor katliamda neler yaşadığını...Bunlarla birlikte İsrailli askerlerin,Falanjist  Hristiyanlar böylesine  katliam yaparken göz yumması ve Lübnan'da neden var oldukları da filmde değinilmeyen detaylardan...

Filmden algılayabildiğim şu ki; bir askerin hafızasının böylesine sert işkencelerden sonra hiç yaşanmamış gibi unutmayı kabul ederek  sindirebiliyor olması.Aldığı ödülleri hak etti mi bilemiyorum lakin, kendilerince diledikleri 'özür' bana göre kabul edilebilecek cinsten değil...Filistinli sivillerin özellikle animasyonda da yer verilen küçük bir çocuğun öldürülmesinin maruz görülebilecek bir yanı yok bence...

Tek söyleyebileceğim bu katliamdan  bilgisi olmayanların kesinlikle  izlemesi gereken bir film.90 dakikanın nasıl geçtiğini anlayamıyorsunuz.

Ayrıca  isteyenlere 2010 yılından itibaren ülkemizde Everest Yayınları tarafından basılan  filmin  çizgi-romanını   tavsiye edebilirim.  Filmin o etkileyici müziklerini ve ismini veren sahnesinin hazzını belki birebir yaşayamazsınız ama çizgileriyle bir katliamı ve psikoanalitik olarak değerlendirmenize  yardımcı olabilir.

Şimdiden iyi seyirler dilerim.

  




2 Nisan 2013 Salı

FEMME FATALE(ÖLDÜREN KADIN)



Yine karşınızda yeni bir filmleyim.Sonu gelmeyen film listemden rastgele seçtiğim bir film. 2002 yapımı bir film.Galasını Toronto Uluslarararası Film Festivali'nde yapan film, göz dolduruyor. IMDB:6.2. Filmin konusu başta sıradan bir soygun-aksiyon filmi gibi gözükse de aslında film  ilerledikçe konusunun hiç te sizin sandığınız kadar hafif olmadığını anlıyorsunuz.Aslında benim gibi 'femme fatale' kavramını bilmiyorsanız önce bunu  öğrenmelisiniz. Femme fatale;öldürücü bir cazibeye sahip  olan,karşısındaki erkeği cinsel yönden kendine çeken ve cinselliğini kullanarak tabir-i caizse parmağında oynatan ve kötülük kavramını ruhuna işleyen,geçmişi oldukça eskilere dayanan Eski Yunan ve Sümerlere kadar dayanan bir kavram.


Film konusuna gelecek olursak eğer; Laura Ash 2001 Cannes Film Festivali'nde davetliler arasında dünyaca ünlü pırlanta taşlı yılan bir mücevheri çalabilmek için bir plan içerisindedir. Gerekli hazırlıklar yapıldıktan sonra mücevheri çalar fakat;içinde olduğu çeteye ve arkadaşlarına ihanet eder. Arkadaşlarından birini yaralar ve hapse sokar. Kendisi de havalimanı oteline gider,herkes Laura peşindedir.Havalimanı otelinde bir çift Laura'yı kızları Lily sanar. Laura otelin üst katlarından boşluğa itilip düşünce çift onu anında kaldırıp,bir eve götürürler. Laura uyandığından kendisine tıpa tıp benzeyen bir kadın olduğunu adının Lily olduğunu anladığı bu kadının bir ailesi ve mutlu bir evliliği olduğunu anlar.Kadının bir A.B.D. bileti aldığını ve kimliğini bulur bunları eline alıp duşa girer.

Duşta  dinlenirken eve gerçek Lily'nin geldiğini anlar ve gizlice onu izler. Lily ağlıyor ve sinir krizi geçiriyordur.Bebeğini kaybetmiştir ve yeni bir hayat kurmak için A.B.D.'ye gitmek niyetindedir. Biletini kaybettiğini sanır.Ve artık bittiğini düşünerek kafasına silah dayar,tetiği çeker. Hikaye burdan sonra başlar. Lily'nin biletini alıp onun kimliğine girerek Laura uşağa biner ve yeni hayatına  başlar.

Laura,Lily kimliğine girip yanındaki adamın uçakta omzunda uyuya kalır. Adamımız,dış işlerinde çalışan konsolos yardımcısıdır. 7 yıl sonra Laura tekrar Fransa'ya döner. Artık A.B.D. konsolosu eşi Lily'dir. 3 çocuk annesidir.Kimse fotoğrafını çekemiyordur. Ta ki;eski bir papparazi olan Nicholas Bardo'ya dek.

Nicholas Bardo'ya kendi usullerince ulaşan Lily,onu kendine aşık ederek hiç ummadığı bir tuzağın içine sürükler.  
                               
Ve  tam bu esnada eski çete arkadaşları da onun peşine düşmüş ve soygundaki elmasların yerini öğrenmek için öldürüsüye bir dövüş başlamıştır.Bu esnada herşey gerçekten çığrından çıkar. Nicholas ve kocasını öldüren Lily,arkadaşları tarafından nehre atılır ve ölür. 

Filmin finali tam anlamıyla takdire şayandır ki; aslında Laura'nın bunları bir rüyada gördüğü ve duş alırken Lily'nin evinde  uyuyakaldığı ortaya çıkar. Bu sahneden sonra aslında herşeyin isterlerse tek bir kararlar değişeceğini ortaya koyarlar. Ben bunları izlerken nedense Kelebek Etkisi  tarzında bir deja vu oluşturdukları için filme hayran kaldım.

Kesinlikle izlenmeye değer bir film...İyi seyirler.




29 Mart 2013 Cuma

Memories of Murder (Salinui Chueok)



Film Güney Kore yapımı bir cinayet-gerilim filmi olup gerçek hikayelere dayanmaktadır. Uzun  zamandır izlemeyi planladığım film listemde yer alıyordu ve bu aralar Güney Kore filmlerine  ilgim büyük. Filmin adı Memories of Murder olarak tanınsa da özgün adı Salinui Chueok ve dilimize Cinayet Günlüğü olarak çevrilmiş. Ülkemizde gösterimi yapılmayan film İstanbul Film Festivali'nde gösterime sunulmuş IMDB:8,1 olan filmin yönetmeni Joon-ho Bong. Film 2003 yapımı.Ve ben bi hayli sonradan takip etmiş bulunmaktayım ne yazık ki.

Konusuna değinecek olursak 1986 senesinde askeri diktatörlüğün hüküm sürdüğü yıllarda Güney Kore'de kadın cinayetleri işlenmeye başlamıştır. Kadın cinayetlerinin bu kadar çok işlenmesindeki payı askeri diktatörlük ve baskı rejimine karşı polisin işini iyi yapamaması da etkilemektedir.Ülkedeki bu baskı rejimi boş tarlalarda ve su kanallarında önce tecavüze uğrayarak daha sonra iç çamaşırları ile bağlanarak öldürülen kadın cinayetlerini oluşturur.Soruşturmaya atanan polis dedektifi Park Doo-man cinayeti kendi klasik yöntemleriyle ve eski usül bir mantık  ile çözmeye çalışıyordur fakat;işin içinden çıkamıyordur.

Park Doo-man birazcık filmin gerilim havasının dağılmasını  ve ara ara komedi tarzına değinmesine yardımcı olmuş.Hani bana nedense çocukluğumdaki Pembe Panter çizgifilmindeki dedektifi hatırlatmıyor değildi. Bu işi beceremeyeceği aşikar olan ve sürekli bir şüpheli bularak ona "katil" muamelesi yapıp tabir-i caizse boş atıp dolu tutamamaktadır. Hatta en son şehirde bir et lokantası sahibi ailenin zihinsel engelli çocuğunu cinayeti işlediğini düşünerek gözaltına alır ve sorgularlar.


Çocuğu olay mahaline götürürler tüm olayları anlatır şaşkın dedektif Park Doo-man çocuğu katil olarak ilan edip davayı kapatmak derdindedir fakat çocuk katil değildir,görgü  tanığıdır ve elindeki suçluları delil  yetersizliğinden fotoğraflarını çekerek serbest bırakıyordur.
Dedektife ek olarak Seul'dan akademik bir eğitim alan polis dedektifi Seo eşlik edecektir. Seo olayları gözlemliyor ve cinayetlerin ortak paydasını arıyordu. Yaptığı araştırmalarda cinayetlerin yağmurlu havada işlendiğini ve maktül olan kadınların iç çamaşırlarının ağızlarına bağlanıp tecavüze uğramadan önce kırmızı elbise giydiklerini söyler.En son polis karakolunda görev yapan kadın memur cinayetlerin işlendiği gecelerde dinlediği radyoda ısrarla bir şarkının istenerek çalındığı söyler. Ve radyo istasyonundan isteği yapan  kişinin adresine ulaşırlar fakat; katil onlar adresi bulup ulaşana kadar lisedeki bir kızı öldürmüştür.

Seo  soruşturma  esnasında öldürülen kızla konuştuğu ve ona yardım ettiği için duygusal olarak etkilenir ve radyodan aldıkları adrese giderek orada  buldukları adamı sorguya alır ve hiddetini ondan çıkarmak ister. Son cinayette bulunan sperm örnekleri A.B.D.'ye yollanarak DNA testi uygulanır. Ve bir süre serbest bırakılan katil adayı son cinayetten sonra tekrardan sorgulanmak için alınır ve tren rayları yakınında Seo öldüresiye döver. O esnada  Park Doo-man elinde DNA sonucuyla koşarak gelir.

Fakat  sorun büyüktür  ki; DNA testi sonucunda katil o değildir. Ve cinayetler faili meçhul olarak sonuçlanır. Masumiyet ve cinayet kavramlarını elele ve iç içe değerlendiren film siz  seyrederken ve katili düşünürken katilin yakalanmaması finali gerçekten sıradışı kılmış. İzlediğim cinayet filmleri içinde etkileyiciliğine şahit olduğum ve gerçek bir hikayeden esinlenerek çekilmesi filme hayranlığımı artırdır

Film ayrıca San Sebastian Uluslararası Film Festivali'nde En İyi Yönetmen Ödülü ve Tokyo Uluslararası Film Festivali'nde En İyi Film Ödülü  almıştır.

İzlenmeye değer bir cinayet-gerilim filmi. İyi seyirler...




26 Mart 2013 Salı

LİLA LİLA


Benim gibi yazarlarla ilgili filmlerden veya roman uyarlaması olan filmlerden hoşlanıyorsunuz gerçekten bu tam da size  göre bir film  diyebilirim..."Lila Lila" Film cd'si odamın birköşesinde tamda filmin hikayesine uygun biçimde bir adet ahşap kutudaydı ve  bi seneyi aşkın zamandır orada  duruyordu.Utanarak  söylüyorum ki 2009  yapımı  bu filmi henüz izlemem kendi ayıbım olsa gerek.

Film  Martin Suter'in   aynı adlı  romanından uyarlamadır. IMDB puanı 6.4 olan  filmimiz  Almanya  yapımı  ve birçok ödüle layık görülmüş.Film konusuna değinecek olursak; genç,çekingen,sıkılgan  ve hissettiklerini dile  getirmekte güçlük çeken ve bir görünmez olduğuna inanan garson olan David'in hikayesidir.

İzin gününde eski eşyalar  satan bir tezgaha gider.Orada küçük bir masa aramaktadır.Aynı tezgahta Marie'yi  görür. Marie eski  kitaplar satın alan ve okumayı seven edebiyat öğrencisidir. David'e alacağı etajer'e sadece  15 dolar vermesini söyler ve etajeri beğendiğini belirtir. David Marie'ye ilk görüşte tutulmuştur. Tesadüf bu ya iş yerine döndüğünde patronu aldığı  etajeri beğenmez ve kendisinin kullanmasını  söyler  ve o esnada içeriye Marie girer. David ona bir masa  gösterir ve arkadaşlarıyla birlikte Marie şarap içerek edebiyat,yazarlar ve kitaplar hakkında konuşmaya başlarlar.  Bu kitap-yazar  içerikli buluşmalar haftada 2-3 kere olmaktadır.


David akşam  eve döndüğünde etajerin gizli ve kilitli gözünü zorlar ve içinden eskiden yazılmış el yazısı bir roman bulur. Romanı bir solukta okur ve karar verir. Romanı bilgisayarda tekrar  yazarak  kendisi yazmış  gibi Marie'ye verir. Marie'ye fikrinin önemli olduğunu   ve  göz atmasını söyler. Marie romanı okur ve o kadar etkilenir  ki;adeta David'e bakış açısı  değişir. Onu tanımak ve onun zamanlar geçirmek ister. Ve sevgili olurlar. Marie, David'in romanını okuduğu günün ertesi günü ona sormadan bir  yayın evine romanı  yollar ve romanın basılmasının istendiğini söylerler. Yayın evi görevlisi David ve Marie ile bir görüşme ayarlar, David'ı ikna etmek için  konuşurlar.

David tedirgin bir biçimde  kabul eder.Kitap yayın evi  tarafından beğenilir fakat  romanın  adınını "Sophie Sophie" olarak istemezler.Bunun üzerine Marie kitap için "Lila Lila" adını önerir ve kitap bu adla basılır.
Bir yandan da asıl roman yazarı olan  Alfred Dusto'yu araştırmaya  başlar. Hiçbir kitabı yoktur ve anlar ki; yazdığı hiç birşey yayınlamamış. Etajeri satın aldığı tezgahtara gider sorar tezgahtar ona Alfred Dusto değil ama Peter Wayerland'ın 1950'li yıllarda birlikte yaşadıkları ve tıpkı romandaki karakter gibi bir motor kazası ile öldüğünü söyler. Yani aslında Peter Wayerland olarak hikayesi yazılan kişi yazarın kendisidir. Bu arada David önünü alamadığı bir şöhrete kapılmıştır. Kitabına okuma geceleri yapılıyordur ve sahip olmadığı halde kitabı satış rekorları kırıyordur. Marie ile kitap fuarları,imza günlerine katılıyorlardır.


Herşey yolunda giderken tam da bu esnada bir imza gününde Alfred Dusto, David'den imza ister. Ve David ağzı açık kalır. Adam bir görünür bir kaybolur. Gözlerine inanamaz. Artık  kitabın asıl yazarı karşısındadır.  Ve  resmen  ondan  faydalanmaya çalışıyordur. Onun  sahip olduğu herşeyi  paylaşmaya çalışıyor ve sürekli  tehdit ediyordur.

En  son Jack(Alfred) tarafından müdahale edilen hayatı allak  bullak bir hal alır ve David bu nedenle Marie ile ayrılır.Ona çok aşıktır ve geri dönmesi için çaresizce ne yapması gerektiğini düşünüyordur.Ve birden herşeyi anlamaya başlar  Alfred Dusto olduğunu iddia eden adamın o olmadığını ve sahtekar olup ondan para sızdırdığını,asıl yazarın gerçekten öldüğünü ve herşeyin ne kadar anlamsız olduğunu...Jack, David'in peşinden bağırırken balkondan düşer ve ölür. Bu David ilham verir ve David, ilk gerçek romanını yazar ve Marie'ye ithaf eder.

Film konusu itibariyle gerçekten özgün bir uyarlama olmuş. Bu filmi izlerken aklıma  2012 yapımı olan ve aynı biçimde bir yazar karakterin hikayesini konu alan The Words (Çalıntı Hayat) filmi aklıma geldi. Belki senaryo çalıntı değildir ama Lila Lila filminden esinlenmişlerdir,kim bilir? Ben beğendim ve tavsiye ederim.